“Sarıyer Kola Türk malı mı?” sorusuna sinir uçlarına basan bir giriş
Selam forumdaşlar; ben bu başlığı sadece merak olsun diye açmıyorum. Bu ülkede “Türk malı” lafı hâlâ gurur, güven ve bazen de kandırmaca demek. Market rafında Sarıyer Kola’yı görünce aklımdan geçen şu: Biz “yerli” hissedelim diye mi bu isimler, bu ambalaj tonları, bu marka çağrışımları seçiliyor? Yoksa gerçekten üretimden tedarike kadar hikâyesi buraya mı ait? Bu sorunun cevabı basit değil; ama net bir şey istiyorum: Etiket oyunlarına, muğlak söylemlere, “869 barkod gördüm = tamamdır” rehavetine kanmayalım. Tartışalım, didikleyelim, asıl “Türk malı” nedir onu berraklaştıralım.
Barkod 869 masalı: Yerli mi, sadece yerleşik mi?
İlk sığınak “869” efsanesidir. Evet, 869 Türkiye’de GS1 tarafından tahsis edilen barkod aralığıdır; ama barkod, mülkiyeti, sermayeyi, hammadde menşeini ya da know-how’ın kimde olduğunu tek başına anlatmaz. Türkiye’de yerleşik bir şirket (hatta fason dolum yapan bir tesis) bu barkodu alır, ürünü burada şişeler; fakat konsantreyi, aromayı, ambalaj hammaddesini dışarıdan getirir. Bu iyi-kötü meselesi değil; ama “869’u gördüm, gönlüm rahat” demek, bilerek veya bilmeyerek kolaycı bir yanılsama yaratır.
Etiketin dili ve hukuki gri alanlar
Bir gazlı içeceğin etiketinde “üretim yeri”, “işletme kayıt/ onay numarası”, “parti no”, “son tüketim tarihi”, “bileşenler” gibi maddeler zorunludur. Ama “Türk malı” ibaresi zorunlu değildir. “Yerli üretim” logosu, farklı düzenlemelerle hayatımıza girse de her ambalajda görmek mümkün olmaz; görüldüğünde bile kapsamı net değildir: Yerli üretim logosu = Öz sermaye yerli + AR-GE yerli + tedarik zinciri yerli anlamına gelmez. Etiket, hukuki olarak minimumu verir; tüketicinin asıl merak ettiği şeyler (markanın sahipliği, reçetenin kaynağı, konsantre tedariki, katma değerin nerede kaldığı) çoğu zaman ambalaja sığdırılmaz.
Konsantreden milliliğe: Kola formülünün “neresi yerli?”
Kola, portakal gazozu gibi basit bir şekerli su değil. Aroma profili, asitlik dengesi, kafein oranı, renklendirici (E150d vs.), karbonasyon basıncı; hepsi reçetede kilit. Birçok “yerli” görünen içecek, aromasını ya lisanslı konsantreden ya da ithal “flavor house”lardan alır. Dolum hattı, şeker (veya glikoz-fruktoz şurubu), su arıtma, lojistik burada olabilir; fakat “marka özü” sayılan tat profili dışarıdan geliyorsa, “Türk malı” dememiz ne kadar sahici? Tam tersinden bakalım: Aroma yerli, dolum yerli, şeker yerli, şişe-kapak yerli; fakat marka yabancı fonun elindeyse? Millilik kriterini tek bir parametreye indirgeyince ya tribüne oynuyoruz ya da kendimizi avutuyoruz.
Stratejik bakış (analitik/çözüm odaklı): Nasıl test ederiz?
“Ben duygusal davranmak istemiyorum, somut veri lazım” diyenler için bir kontrol listesi bırakıyorum:
1. Ticaret Sicil ve marka tescili: Markanın sahibi kim? Hissedarlık yapısı nasıl? Şirketin ana sözleşmesinde ne yazıyor?
2. Üretim yeri & fason ilişkisi: Etiketteki işletme kayıt numarasını kontrol edip hangi tesise çıktığına bakın. Marka kendi tesisinde mi, fason mu?
3. Tedarik şeffaflığı: Aroma/konsantre tedariği kimden? “Hassas ticari sır” bahanesi ile tamamen kapalı olan markaları not edin.
4. Katma değer haritası: Şeker, su arıtma, cam/PET, kapak, etiket, koli, lojistik… Paranın büyük kısmı nerede kalıyor?
5. Sürdürülebilirlik ve tedarik riski: Kur dalgalandığında veya ithalat kısıtlandığında ürünün sürdürülebilirliği ne oluyor? Yerli bileşen oranı gerçek mi, vitrin mi?
Empatik bakış (insan odaklı): Tüketici ne hissediyor?
“Türk malı” dediğinizde tüketici, sadece ülke ekonomisine katkıyı değil; aynı zamanda saygı görmeyi, adil fiyatlandırmayı, yalan dolan olmadan iletişim kurulmasını bekliyor. Birçoğumuz için “Sarıyer” adı sahici, mahalle sıcaklığında bir çağrışım yapıyor. Bu duyguyu satın almak eğilimindeyiz. Markalar, isim ve ambalajla bu duyguyu tetikleyip sonra “detaylar çok teknik” diyerek şeffaflığı rafa kaldırdığında güven kırılıyor. İnsan odaklı yaklaşım şunu söyler: Tüketiciye yetişkin muamelesi yap; sahiplik yapısını, tedarik hikâyesini anlaşılır infografiklerle web sitende paylaş. “Seni önemsiyorum” demenin modası geçmeyen yolu budur.
Zayıf noktalar ve tartışmalı başlıklar
- İsimlendirme ile milliyetçilik oynamak: Coğrafi bir semtin adını taşıyıp üretimi bambaşka yerde yapmak, hatta reçeteyi dışarıdan almak—etik mi? Belki yasal; ama tüketici algısında gri.
- Şeker politikası ve sağlık boyutu: Yerli veya değil, kola şeker/şurup yüküyle sağlık tartışmasının merkezinde. “Türk malı” olmasını isterken, halk sağlığına etkisini unutuyor muyuz?
- Fiyat-performans ve “millî prim”: Bazı markalar “yerliyiz” diyerek bir tür vicdan primi topluyor. Peki fiyat/kalite denkleminde gerçekten artı değer var mı; yoksa duygusal bağdan mı besleniyor?
- Tedarik bağımlılığı: Konsantre/ambalaj ithal ise kur şoklarında fiyat niye uçuyor? O zaman “yerlilik”, işin reklam bacağına sıkışmış olmuyor mu?
- Lisans ve fason ilişkileri: Markayı kim üretiyor, kimin hatlarında? Fason üretim kötü değildir; ama saklandığında güven yarası açar.
“Sarıyer Kola Türk malı mı?” sorusuna benim cevabım
Ben “Türk malı” etiketini mülkiyet + üretim + tedarik + katma değerin ülkede kalma oranı + şeffaflık beşgeniyle ölçüyorum. Bu beşgenden birkaçı eksikse, “Türk malı” hissi pazarlama ile şişirilmiş bir balona döner. Sarıyer Kola özelinde (ve benzer isimli tüm kola/ gazoz markalarında) mesele şudur: İsim bize “yerel” bir hikâye fısıldıyor; ama şeffaf bir tedarik/ sahiplik anlatısı yoksa, ben ihtiyatlı davranırım. Kısaca: “Türk malı mı?” sorusunun dürüst cevabı, markanın bize sunduğu gerçeklerle orantılıdır; söylemle değil.
Provokatif sorular (harareti artırmak serbest)
- 869 barkodunu “millilik sertifikası” gibi kullanan markalara güvenmeli miyiz, yoksa bu sadece alışkanlık mı?
- Yerli üretim logosu olan bir ürünün aromasının yüzde kaçı ülke içi kaynaklardan geliyor; bunu bilmeye hakkımız yok mu?
- “Sarıyer” gibi semt adlarıyla kurulan bağ, tüketiciyi duygusal rehin almaya mı dönüştü?
- Fason üretim kabul; ama neden yüzde yüz şeffaf olarak yazılmıyor? Markalar ne kaybediyor?
- Millî gururla market alışverişi arasındaki çizgi nerede başlar; manipülasyon nerede biter?
- “Türk malı” demek için asgari kriterlerimizi forum olarak birlikte tanımlasak; markalara açık çağrı yapsak, cevap verirler mi?
- Konsantresini dışarıdan alan ama tüm katma değeri içeride bırakan bir kola mı daha “bizden”, yoksa sermayesi yabancı olan ama reçeteyi burada geliştiren bir kola mı?
Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yaklaşımını dengelemek
Stratejik/ problem çözme odaklı yaklaşım bize metrikler önerir: tedarik haritası, yerli girdi oranı, kârın ülkede kalma yüzdesi, kriz senaryolarına dayanıklılık. Empatik/ insan odaklı yaklaşım ise “bu markanın dili bize saygılı mı, bizi bilgilendiriyor mu, bizi manipüle ediyor mu?” diye sorar. Birini diğerine üstün tutmak yerine ikisini birlikte kullanalım: Veriyi talep edelim, tonu da okuyalım. Çünkü bazen grafikler kusursuzken, müşteri ilişkileri kibirli bir cümleyle tüm güveni yerle bir edebilir; bazen de samimi bir iletişim, eksik kalan bir metriğin telafisini sağlar—ama bu, şeffaflığı asla ikame etmez.
Somut çağrı: Markalardan beklediğimiz 5 taahhüt
1. Üretim yeri ve fason bilgisini ambalajda herkesin anlayacağı dille yazın.
2. Aroma/ konsantre tedarik zincirini genel hatlarıyla şeffaflaştırın.
3. Yıllık “yerlilik raporu” yayınlayın: yerli girdi oranı, ülkede kalan katma değer yüzdesi, AR-GE payı.
4. Fiyatlandırmada kur etkisini modelleyin ve açıkça anlatın.
5. Tüketici sorularına şablon değil, veriyle cevap verin.
Son söz: “Türk malı” etiketini ağırlaştıralım
Benim derdim bir markayı linç etmek değil; “Türk malı” kavramını boşaltan pazarlama reflekslerine karşı bağışıklık kazanmak. Sarıyer Kola veya benzeri her ürün için aynı şey geçerli: Ya dürüst ve ölçülebilir bir hikâye anlatırsınız, ya da forumda bu başlıklar hiç kapanmaz. Ben tercihini yapan markaları görmek istiyorum. Peki siz? “Türk malı” denildiğinde sizce hangi çıtalar koşulsuz olmalı—ve bu çıtayı aşamayanı rafta cezalandırmaya hazır mısınız?
Selam forumdaşlar; ben bu başlığı sadece merak olsun diye açmıyorum. Bu ülkede “Türk malı” lafı hâlâ gurur, güven ve bazen de kandırmaca demek. Market rafında Sarıyer Kola’yı görünce aklımdan geçen şu: Biz “yerli” hissedelim diye mi bu isimler, bu ambalaj tonları, bu marka çağrışımları seçiliyor? Yoksa gerçekten üretimden tedarike kadar hikâyesi buraya mı ait? Bu sorunun cevabı basit değil; ama net bir şey istiyorum: Etiket oyunlarına, muğlak söylemlere, “869 barkod gördüm = tamamdır” rehavetine kanmayalım. Tartışalım, didikleyelim, asıl “Türk malı” nedir onu berraklaştıralım.
Barkod 869 masalı: Yerli mi, sadece yerleşik mi?
İlk sığınak “869” efsanesidir. Evet, 869 Türkiye’de GS1 tarafından tahsis edilen barkod aralığıdır; ama barkod, mülkiyeti, sermayeyi, hammadde menşeini ya da know-how’ın kimde olduğunu tek başına anlatmaz. Türkiye’de yerleşik bir şirket (hatta fason dolum yapan bir tesis) bu barkodu alır, ürünü burada şişeler; fakat konsantreyi, aromayı, ambalaj hammaddesini dışarıdan getirir. Bu iyi-kötü meselesi değil; ama “869’u gördüm, gönlüm rahat” demek, bilerek veya bilmeyerek kolaycı bir yanılsama yaratır.
Etiketin dili ve hukuki gri alanlar
Bir gazlı içeceğin etiketinde “üretim yeri”, “işletme kayıt/ onay numarası”, “parti no”, “son tüketim tarihi”, “bileşenler” gibi maddeler zorunludur. Ama “Türk malı” ibaresi zorunlu değildir. “Yerli üretim” logosu, farklı düzenlemelerle hayatımıza girse de her ambalajda görmek mümkün olmaz; görüldüğünde bile kapsamı net değildir: Yerli üretim logosu = Öz sermaye yerli + AR-GE yerli + tedarik zinciri yerli anlamına gelmez. Etiket, hukuki olarak minimumu verir; tüketicinin asıl merak ettiği şeyler (markanın sahipliği, reçetenin kaynağı, konsantre tedariki, katma değerin nerede kaldığı) çoğu zaman ambalaja sığdırılmaz.
Konsantreden milliliğe: Kola formülünün “neresi yerli?”
Kola, portakal gazozu gibi basit bir şekerli su değil. Aroma profili, asitlik dengesi, kafein oranı, renklendirici (E150d vs.), karbonasyon basıncı; hepsi reçetede kilit. Birçok “yerli” görünen içecek, aromasını ya lisanslı konsantreden ya da ithal “flavor house”lardan alır. Dolum hattı, şeker (veya glikoz-fruktoz şurubu), su arıtma, lojistik burada olabilir; fakat “marka özü” sayılan tat profili dışarıdan geliyorsa, “Türk malı” dememiz ne kadar sahici? Tam tersinden bakalım: Aroma yerli, dolum yerli, şeker yerli, şişe-kapak yerli; fakat marka yabancı fonun elindeyse? Millilik kriterini tek bir parametreye indirgeyince ya tribüne oynuyoruz ya da kendimizi avutuyoruz.
Stratejik bakış (analitik/çözüm odaklı): Nasıl test ederiz?
“Ben duygusal davranmak istemiyorum, somut veri lazım” diyenler için bir kontrol listesi bırakıyorum:
1. Ticaret Sicil ve marka tescili: Markanın sahibi kim? Hissedarlık yapısı nasıl? Şirketin ana sözleşmesinde ne yazıyor?
2. Üretim yeri & fason ilişkisi: Etiketteki işletme kayıt numarasını kontrol edip hangi tesise çıktığına bakın. Marka kendi tesisinde mi, fason mu?
3. Tedarik şeffaflığı: Aroma/konsantre tedariği kimden? “Hassas ticari sır” bahanesi ile tamamen kapalı olan markaları not edin.
4. Katma değer haritası: Şeker, su arıtma, cam/PET, kapak, etiket, koli, lojistik… Paranın büyük kısmı nerede kalıyor?
5. Sürdürülebilirlik ve tedarik riski: Kur dalgalandığında veya ithalat kısıtlandığında ürünün sürdürülebilirliği ne oluyor? Yerli bileşen oranı gerçek mi, vitrin mi?
Empatik bakış (insan odaklı): Tüketici ne hissediyor?
“Türk malı” dediğinizde tüketici, sadece ülke ekonomisine katkıyı değil; aynı zamanda saygı görmeyi, adil fiyatlandırmayı, yalan dolan olmadan iletişim kurulmasını bekliyor. Birçoğumuz için “Sarıyer” adı sahici, mahalle sıcaklığında bir çağrışım yapıyor. Bu duyguyu satın almak eğilimindeyiz. Markalar, isim ve ambalajla bu duyguyu tetikleyip sonra “detaylar çok teknik” diyerek şeffaflığı rafa kaldırdığında güven kırılıyor. İnsan odaklı yaklaşım şunu söyler: Tüketiciye yetişkin muamelesi yap; sahiplik yapısını, tedarik hikâyesini anlaşılır infografiklerle web sitende paylaş. “Seni önemsiyorum” demenin modası geçmeyen yolu budur.
Zayıf noktalar ve tartışmalı başlıklar
- İsimlendirme ile milliyetçilik oynamak: Coğrafi bir semtin adını taşıyıp üretimi bambaşka yerde yapmak, hatta reçeteyi dışarıdan almak—etik mi? Belki yasal; ama tüketici algısında gri.
- Şeker politikası ve sağlık boyutu: Yerli veya değil, kola şeker/şurup yüküyle sağlık tartışmasının merkezinde. “Türk malı” olmasını isterken, halk sağlığına etkisini unutuyor muyuz?
- Fiyat-performans ve “millî prim”: Bazı markalar “yerliyiz” diyerek bir tür vicdan primi topluyor. Peki fiyat/kalite denkleminde gerçekten artı değer var mı; yoksa duygusal bağdan mı besleniyor?
- Tedarik bağımlılığı: Konsantre/ambalaj ithal ise kur şoklarında fiyat niye uçuyor? O zaman “yerlilik”, işin reklam bacağına sıkışmış olmuyor mu?
- Lisans ve fason ilişkileri: Markayı kim üretiyor, kimin hatlarında? Fason üretim kötü değildir; ama saklandığında güven yarası açar.
“Sarıyer Kola Türk malı mı?” sorusuna benim cevabım
Ben “Türk malı” etiketini mülkiyet + üretim + tedarik + katma değerin ülkede kalma oranı + şeffaflık beşgeniyle ölçüyorum. Bu beşgenden birkaçı eksikse, “Türk malı” hissi pazarlama ile şişirilmiş bir balona döner. Sarıyer Kola özelinde (ve benzer isimli tüm kola/ gazoz markalarında) mesele şudur: İsim bize “yerel” bir hikâye fısıldıyor; ama şeffaf bir tedarik/ sahiplik anlatısı yoksa, ben ihtiyatlı davranırım. Kısaca: “Türk malı mı?” sorusunun dürüst cevabı, markanın bize sunduğu gerçeklerle orantılıdır; söylemle değil.
Provokatif sorular (harareti artırmak serbest)
- 869 barkodunu “millilik sertifikası” gibi kullanan markalara güvenmeli miyiz, yoksa bu sadece alışkanlık mı?
- Yerli üretim logosu olan bir ürünün aromasının yüzde kaçı ülke içi kaynaklardan geliyor; bunu bilmeye hakkımız yok mu?
- “Sarıyer” gibi semt adlarıyla kurulan bağ, tüketiciyi duygusal rehin almaya mı dönüştü?
- Fason üretim kabul; ama neden yüzde yüz şeffaf olarak yazılmıyor? Markalar ne kaybediyor?
- Millî gururla market alışverişi arasındaki çizgi nerede başlar; manipülasyon nerede biter?
- “Türk malı” demek için asgari kriterlerimizi forum olarak birlikte tanımlasak; markalara açık çağrı yapsak, cevap verirler mi?
- Konsantresini dışarıdan alan ama tüm katma değeri içeride bırakan bir kola mı daha “bizden”, yoksa sermayesi yabancı olan ama reçeteyi burada geliştiren bir kola mı?
Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yaklaşımını dengelemek
Stratejik/ problem çözme odaklı yaklaşım bize metrikler önerir: tedarik haritası, yerli girdi oranı, kârın ülkede kalma yüzdesi, kriz senaryolarına dayanıklılık. Empatik/ insan odaklı yaklaşım ise “bu markanın dili bize saygılı mı, bizi bilgilendiriyor mu, bizi manipüle ediyor mu?” diye sorar. Birini diğerine üstün tutmak yerine ikisini birlikte kullanalım: Veriyi talep edelim, tonu da okuyalım. Çünkü bazen grafikler kusursuzken, müşteri ilişkileri kibirli bir cümleyle tüm güveni yerle bir edebilir; bazen de samimi bir iletişim, eksik kalan bir metriğin telafisini sağlar—ama bu, şeffaflığı asla ikame etmez.
Somut çağrı: Markalardan beklediğimiz 5 taahhüt
1. Üretim yeri ve fason bilgisini ambalajda herkesin anlayacağı dille yazın.
2. Aroma/ konsantre tedarik zincirini genel hatlarıyla şeffaflaştırın.
3. Yıllık “yerlilik raporu” yayınlayın: yerli girdi oranı, ülkede kalan katma değer yüzdesi, AR-GE payı.
4. Fiyatlandırmada kur etkisini modelleyin ve açıkça anlatın.
5. Tüketici sorularına şablon değil, veriyle cevap verin.
Son söz: “Türk malı” etiketini ağırlaştıralım
Benim derdim bir markayı linç etmek değil; “Türk malı” kavramını boşaltan pazarlama reflekslerine karşı bağışıklık kazanmak. Sarıyer Kola veya benzeri her ürün için aynı şey geçerli: Ya dürüst ve ölçülebilir bir hikâye anlatırsınız, ya da forumda bu başlıklar hiç kapanmaz. Ben tercihini yapan markaları görmek istiyorum. Peki siz? “Türk malı” denildiğinde sizce hangi çıtalar koşulsuz olmalı—ve bu çıtayı aşamayanı rafta cezalandırmaya hazır mısınız?