Şizofreni ne sesi duyar ?

BanaDediKi

Global Mod
Global Mod
26 Eki 2020
1,681
0
0
“Şizofreni ne sesi duyar?” Soruyu Baştan Yanlış Kuruyorsak?

Uzun zamandır “ses duyanlar” hakkında konuşuyoruz ama aynı cümleyi her duyduğumda içimden “hangi ses, kimin sesi, kimin tanımı?” diye sormak geliyor. Bugün şu öneriyi masaya bırakıyorum: “Şizofreni ne sesi duyar?” sorusu baştan tembel bir soru; klinik şemalara sığınıp gerçek deneyimi kenara itiyor. Bu başlıkta romantikleştirmeye de, şeytanlaştırmaya da prim vermeden, hem beyindeki süreçleri hem de toplumsal bağlamı didik didik edelim. Tartışmayı başlatıyorum: Eğer yanlış soruyu soruyorsak, tüm yanıtlarımız da kaçınılmaz olarak çarpılmıyor mu?

Ses mi, Etiket mi? Deneyimin İçeriği Neden Tek Cümleye Sığmaz

“Ses duymak” dediğimiz şey tek bir tür değil. Kimi zaman emir veren, kimi zaman yorum yapan, kimi zaman da nötr bir iç konuşma gibi akıp giden bir akıştan söz ediyoruz. Bazı insanlar tek bir “ses” değil, farklı tonlarda, farklı niyetlerde “konuşanlar” tarif eder. Üstelik bu fenomen sadece şizofreni tanısı alan insanlarda görülmez; ağır stres dönemlerinde, uyku yoksunluğunda, travma sonrası ya da yas süreçlerinde de iç konuşma ile dış gerçeklik arasındaki sınırlar bulanıklaşabilir. Yani mesele “şizofreni ne sesi duyar?”dan çok daha geniş: “İnsan zihni ne zaman ve hangi koşullarda sesi ‘dışarıdan’ varsayar?”

Bu noktada nörobilim “yanılsama” kavramını öne sürer: Beyin sürekli tahmin üretir; iç konuşmamızın kaynağını (ben mi söyledim, dışarıdan mı geldi?) etiketler. Tahmin-hata döngüsü bozulduğunda, kendi üretimimizi “dış kaynaklı” diye damgalayabiliriz. Evet, bunu anlatmak rahatlatıcı; fakat sadece mekanik bir açıklamayla yetinirsek en kritik parça —seslerin taşıdığı kişisel ve kültürel anlam— görünmez olur.

Kültür, Travma ve İktidar: Sesler Kimin Diliyle Konuşur?

Seslerin içeriği çoğu zaman kişinin hikâyesini taşır: Çocuklukta duyduğu eleştirileri, otorite figürlerinin tehditkâr tonunu, utanmanın ve suçluluğun tortusunu… Bazı toplumlarda “ses” bir ruhani deneyim olarak karşılanır; bazı yerlerde ise hızla “patoloji” damgası yer. Hangi anlatı baskınsa, kişi de kendi deneyimini o kalıba dökme eğilimindedir. Dolayısıyla elimizde sadece nörofizyoloji yok; aynı zamanda iktidar ilişkileri, normlar, dil ve damgalama var. “Hastalık dili” bazen yardımcıdır; bazen de kişinin üzerinde kurulan kontrol mekanizmasının aracı hâline gelir. Tartışmaya açık önerim şu: Sesleri bastırmaktan önce, o seslerin hangi tarihsel ve kişisel bağlamda konuştuğunu çözümlemek gerek.

Erkeklerin Stratejik, Kadınların Empatik Yaklaşımı: İki Koldan Aynı Dağa Tırmanmak

Forumda sık gördüğüm iki damar var. Birincisi, daha çok “strateji” ve “çözüm” odaklı yaklaşım: “Belirtiyi nasıl azaltırız? İşlevselliği nasıl artırırız? Hangi yöntem daha etkindir?” İkincisi, daha “empati” ve “insan” odaklı yaklaşım: “Bu deneyim kişiye ne söylüyor? Onu nasıl dinleriz? Onun dünyasında neye tekabül ediyor?”

Genellemeler her zaman eksik; ama tartışmayı zenginleştirmek için bu iki damarı isimlendirelim. Stratejik bakış, hedef koyar ve yolları ölçer; çerçeve netleştirmesi güçlüdür. Empatik bakış, güvenli ilişki kurar; sessiz verileri —ton, metafor, utanç— yakalar. İyi haber şu: Bunlar birbirinin alternatifi değil. Strateji olmadan empati, “iyi hissettirip sonuç üretmeyen” bir yumuşaklığa dönüşebilir. Empati olmadan strateji ise, “insanı istatistiğe indirgeyen” bir soğukluğa saplanır. O hâlde soralım: Seslerle çalışan ekiplerde neden bu iki çizgi aynı anda kurumsallaşmasın? Hedefler netlenirken (örneğin uyku hijyeni, tetikleyici ortamlardan korunma, ruminasyonu azaltan rutinler), aynı anda güvenli bir ilişki ve anlam arayışı (örneğin seslerle müzakere, metafor çözümlemesi, travma hikâyesinin yeniden yazımı) neden yürütülmesin?

Bilim, Terapi ve “Susturun Şu Sesleri!” Refleksi: Eleştirel Bir Değerlendirme

Klinik protokoller çoğu zaman tek bir hedefi kutsar: semptomu azaltmak. Evet, yoğun ajitasyon ve tehlike anlarında azaltma hayat kurtarıcıdır. Fakat uzun vadede tek ölçüt “sessizlik” olunca, kişi kendi zihnini bir düşman gibi yaşamayı öğrenir. Bu noktada iki uç yaklaşımın da tuzakları var:

1. Salt biyolojik determinism: “Bu sadece dopamin meselesi, ilaç dozu doğru olursa biter.” Kısmen doğru olabilir; ancak bireyin hikâyesi, anlam arayışı, ilişkileri ve yaşam koşulları görmezden gelinirse sürdürülebilir iyilik hâli zorlaşır.

2. Salt romantizasyon: “Sesler aslında hediye, tamamen kucakla, hiçbir müdahale gerekmez.” Bu bakış, kişinin korku ve işlev kaybını göz ardı edebilir; acıyı, “yetersiz bilinç” diye suçlayabilir.

İkisini aşan üçüncü yol: Çok modlu ve pazarlıklı bir yaklaşım. İlaç gerektiğinde araçtır, amaç değil. Terapötik yöntemler (bilişsel-davranışçı teknikler, duygu düzenleme, travma odaklı çalışma, akran destek grupları) seslerin içeriğiyle pazarlık etmeyi, onları mutlaklaştırmadan tanımayı öğretir. Bazı kişiler seslerle “saatli görüşme” yaparak yoğunluğu ve etkisini azaltır; bazıları “komutan” sesiyle güç asimetrisini tersine çeviren diyaloglar kurar. Ölçüt sadece “duymamak” değil; “duydukça da yaşayabilmek”tir.

Zayıf Noktalar ve Tartışmalı Alanlar: Kendi Evimizin Tozunu Alalım

- Tanı-odaklı körlük: Bir kez “şizofreni” etiketi kondu mu, başka her şey o mercekle okunuyor. Eşlik eden depresyon, dissosiyasyon, madde kullanım öyküsü ya da organik durumlar arka plana itilebiliyor. Bu indirgemecilik hem stratejik hatadır hem empatik bir ihmaldir.

- Damgalama ve öz-damgalama: “Ses duyan” kişi, “tehlikeli” ya da “akıl dışı” diye kodlanınca yardım arama gecikiyor. Kimi, sesleri saklayıp yalnızlaşıyor; kimiyse tamamen dış müdahaleye bırakıyor kendini. Her iki uç da kırılganlığı artırıyor.

- Tek tip protokol dayatması: Yaşam koşulları farklı bireylere aynı reçeteyi dayamak, hem klinik etkiyi düşürür hem ilişkiyi bozar. İyi uygulama, bireyselleştirme ister: iş, aile, uyku, beslenme, sosyal çevre, inanç sistemi…

- Aile ve topluluk dışarıda bırakılıyor: Akran desteği, aile eğitimi ve toplumsal dayanışma olmadan “kişisel kahramanlık” bekleniyor. Oysa seslerle baş etme, çoğu zaman sosyoekonomik güvenlikten bağımsız düşünülemez.

Farklı Bakışları Aynı Masaya: Strateji + Empati İçin Pratik Öneriler

- Strateji tarafı için: Tetikleyici günlüğü, uyku-uyanıklık düzeni, bilişsel çarpıtmaların haritalanması, “ses geldiğinde yapılacaklar”ın net protokole bağlanması (ör. nefes egzersizi, kısa yürüyüş, güvenli kişiyi arama).

- Empati tarafı için: Seslere isim vermek (gücü azaltır), metafor defteri tutmak (“komutan”, “muhbir”, “yankı” gibi), güvenli anlatı geliştirmek (“Bu ses bana geçmiş bir haksızlığı hatırlatıyor, ama bugün kontrol bende.”), akran forumlarında deneyim paylaşımı.

- Ortak zemin: Hedefi birlikte belirlemek. “3 ayda hiç ses kalmasın” yerine “3 ayda gündelik işleri aksatmayacak düzeyde baş etme becerisi, panik seviyesinde düşüş, sosyal temasın artması” gibi ölçülebilir ama insanî hedefler.

Provokatif Sorular: Harareti Artıralım

- “Sesleri tamamen susturmayı hedeflemek, kişinin iç dünyasını söndürmek değil mi?”

- “İlaç, sesi kapatıyorsa ama anlamı da boğuyorsa; hangisi ‘iyileşme’, hangisi ‘uyum’?”

- “Kültürel bağlamı yok sayan bir klinik yaklaşım, kime hizmet ediyor: kişiye mi, düzenin konforuna mı?”

- “Empati olmadan strateji sadizm, strateji olmadan empati naiflikse; forum olarak hangi yanımızı fazla besliyoruz?”

- “Seslerle pazarlık etmek güçsüzlük mü, yoksa öz-yönetimin en üst biçimi mi?”

- “Bir yakınınız ‘ses’ yaşadığında ilk refleksiniz susturmaya çalışmak mı, yoksa ‘Ne söylüyor olabilir?’ diye sormak mı?”

Sonuç: Seslerle Yaşamak mı, Seslere Teslim Olmak mı?

“Şizofreni ne sesi duyar?” sorusu, bizi kolay cevaplara çağırıyor. Oysa asıl soru şudur: “Bu sesler nasıl bir hayatı mümkün ya da imkânsız kılıyor ve biz bu hayata nasıl eşlik edeceğiz?” Strateji, ritim ve ölçü kazandırır; empati, anlam ve yön. İkisini birleştirebildiğimiz anda, sesleri ya mutlak düşman ya da romantik bir misafir yapmak zorunda olmayız. Onlarla ilişki kurar, sınır çizer, pazarlık eder, bazen de vedalaşırız. Bu forumun gücü tam burada: Deneyimi küçümsemeden, dogmaya teslim olmadan, birbirimizin omzuna ve aklına yaslanarak konuşabilmek. Şimdi söz sizde: Hangi sesinize kulak veriyorsunuz — ve hangisini susturup hangisini dönüştürmek istiyorsunuz?